25 Kasım 2008 Salı

THE ATLAS OF MISTY CONTINENTS

Çeviriden söz etmişken, son zamanlarda en çok keyif veren iş Milli Saraylar Dairesi için yaptığım, Güller Karahüseyin’in 19. yüzyıl Osmanlı sarayları aydınlatma araçları koleksiyonu üzerinde yaptığı “Bir Döneme Işık Tutanlar” başlıklı araştırmasını İngilizceye çevirmek oldu. Tamamlanmak üzere.

Ama bugüne kadar yapılmış en keyifli çevirilerin başında İhsan Oktay Anar’ın “Puslu Kıtalar Atlası”nı saymam gerekir. Bu ilginç macera bugünlerde yeniden gündeme geldi benim için.

1996 sularında kadim dostum Osman Yener vasıtasıyla keşfettiğim Atlas’a hayran olmuştuk. Sıklıkla her iki dilde de bir yazıya çok tutulunca onu diğer dile çevirme arzusu uyanır. Zamanla, İletişim yayınları için editörlük ve çevirmenlik yapan Osman’la Atlas’ın çevrilebilirliğini tartıştık. Anar Osmanlıca dağarcığına öyle bir sihirli çomak sokmuş ki, bu uykulu sözcükler Osmanlı’yı güncele taşıyan rengârenk bir mizahi örgü yaratmış (ne dedim ben?). Aslında sorun İngilizcede bu sözcüklerin olmaması değil, olması! Yani bizim bugün yaşayan dilimizde artık pek var olmayan bu sözcükler, bazen en ağdalı biçimlerde bile, İngilizcede var.

Oysa normal okuyucu için Puslu Kıtalar Atlası’nın atmosferini canlı tutan şeylerden biri, bu ‘zor anlaşılırlığı’ belki de, bu gizemli sözcüklerin küflerini üfleyip çözmekle uğraşmanın ayinsel, skolâstik havası. Biraz Eco’nun Salvatore’sinin konuştuğu karma dili deşifre etmenin keyfi gibi. Her iki yazar da kendi orta çağlarının gizemli karanlığını anlatırken bu aracı kullanıyor. Aynı aracın yarattığı mizahi tat da Anar’da daha yoğun. Nasıl olmasın ki? Gerçekten komik bir yolculuğa çıkacağımız romanın daha ilk cümlesinden bellidir, en Osmanlıcadan anlamayan okurun bile ilk cümlenin o ciddi – hatta ürkütücü – ağdasının içinde ‘ehli dubara’ gibi bir ifade görünce anlayacağı gibi. Sözlüğe başvurup, erbab-ı livata’nın da ne demek olduğunu öğrenen okur, artık bu kitabı bitirmeden elinden bırakamaz.

Dolayısıyla bu kitabın İngilizcesinin orijinali kadar komik ve gizemli olması beklenemez. Hatta İngilizcenin ‘aşırı anlaşılırlığı’ bir ölçüde yapıtın ‘anlaşılmazlık üstüne kurulu anlaşılırlığına’ ters düşebilir. Yine de kitabın tümünde olmasa bile, yazar upuzun cümlelerle, listelerle ve ağdalı sözcük seçimleriyle de aynı arkaik havayı yaratıyor, bunları İngilizcede yansıtmak da gayet mümkün. O halde:

“Ulema, cühela ve ehli dubara; ehli namus, ehli işret ve erbab-ı livata rivayet ve ilan, hikâyet ve beyan etmişlerdir ki kun-ı Kâinattan 7079 yıl, İsa Mesih’ten 1681 ve Hicretten dahi 1092 yıl sonra, adına Kostaniniye derler tarrakası meşhur bir kent vardır.”

…cümlesi;

“Gnostics, agnostics, and masters of duplicity, keepers of chastity, experts of inebriation, and connoisseurs of sodomy all have rumoured and de­clared, narrated and revealed that, 7079 years after the origin of the universe, 1681 years after Jesus the Saviour and 1092 years after the Hegira there was a city by the name of Kostantiniye, notorious for its racket.”

…olarak ifade edilebilir. Ne denli verbatim çevirmeye çalışsak da bazı kayıplar engellenemiyor; örneğin ‘kun-ı Kâinat’ aslında ‘orifice of the universe’ olmalı belki de! Ayrıca kasıtlı mı bilmem, ama Konstantiniye’nin de Kostantiniye diye yazılmış olması da bir ipucu bana göre, çünkü bugün bile etkili olan dilbilgimizdeki delikler de o arkaik ortaçağ karanlığının bir parçası sanki. Yine de Anar hicvinde sıkça duyulan bilgiç, ağdalı, yalan yanlış konuşan, doğruluğu bol kelime ve gereksiz ama rengarenk ayrıntı vermekten menkul o ses, bir ölçüde İngilizcede de tınlıyor sanki. Örneğin ‘connoisseurs of sodomy’, aynı ölçüde şaşırtıcı olmasa da, ‘ehli livata’ için fena bir karşılık değil.

İlk cümleyi aştıktan sonra üstüme vazife edip kitabı çevirmeye başladım, durup dururken. İş “Daha ne kadar gidebilirim?” gibi bir çalışmaya dönüştü. Biraz ilerleyince Osman ilk 15–20 sayfayı İletişim’e götürdü, onlar da bunu bir tanıtımlarına bastılar. Bu vesileyle Sayın Anar’da uğraşımdan haberdar oldu ve benimle temasa geçti. Böyle olunca da çeviriyi tamamlamak farz oldu. Bitirmeme 5–10 sayfa kala, Yapı Kredi Yayınları da bu işi desteklemeye karar verdi. Sonuçta, belki de hayatımda ilk kez, tamamen zevk için yaptığım bir iş karşılığında bana para ödenmiş oldu!

Ama Puslu Kıtalar Atlası ne yazık ki hala “İngiliz okurla buluşamadı”. Sanırım bunun asıl nedeni de konuyla ilgili kişilerin kitap pazarlama işlerine pek kafa yormamaları. Herhalde bir gün olur.

Derken bir yıl kadar önce, Anar virüsünü kapmış kadim dostlardan biri, üstat İlban Ertem müthiş bir projeye girişti: Puslu Kıtalar Atlası’nı resimli roman olarak çizmek! Bittiği zaman gerçek bir başyapıt olacak olan bu uzun soluklu – ve hayli sessiz – çalışmayı yakından izliyorum. Görüleceği gibi, Ertem’in yaptığı Atlas’ı kuru kuruya resimlemek değil, Anar’ın bu başyapıtının Türk yazınında açtığa çığıra koşut bir okul yaratıyor.

25 Kasım 2008 Salı