14 Şubat 2009 Cumartesi

Hizb-ul Hayyam


Yaşadığımız bu toprak parçasının geçirdiği değişimi anlatmaya kitaplar yetmez. Onlarca, yüzlerce, hatta binlerce yıldan süzülen edim ve deneyler bir zirve noktasına gelmekte sanki. İnsanlar kitleler halinde sürükleniyor, güdümleniyor, öldürülüyor vs. İşler bombok, kafalar karmakarışık. Kişiler aidiyetlerini şaşırmış, hatta keçileri kaçırmış durumda. En akılcı bulgularla en aptalca kör inançlar bir arada. Umberto Eco Yeni Ortaçağ’da olduğumuzu söylüyor. Gerçekten de insanlığın çoktan aşmış olması gereken kara cehalet her yeri sarmış durumda.

Öte yandan bu kargaşa içinde bazı şeyler biraz daha berraklaşıyor. Kimse ne yaptığını bilmeyince, bu ortak paydada buluşuyor. Ama bilinçsizliğin de alanları varmış gibi göründüğünden - farklı insanların bilinçsizlikleri farklı ejderhalar tarafından beslendiği için – kendi aralarında hizipleşiyorlar. Biri ‘bu taraf’ oluyor, diğeri de ‘öteki taraf’.

Bir de ‘taraf’ olmayanlar var. ‘Tarafsızlık olmaz’ diyor diğer taraftarlar.

Lübnanlı harika yazar Amin Malouf’un ‘Semerkand’ını* okudunuz mu? Aslında bu, üstünde çok söylentiler oluşmuş bir tarihi gerçekliğin öyküsü; üç adamın; Bunlardan biri İran Selçuklularının Baş veziri Nizam-ül Mülk, diğeri Terörizmin Piri Hasan Sabah, sonuncusu da büyük şair ve matematikçi Ömer Hayyam.

Günümüzün aynasında hiçbir şeyin değişmediğini görebilirsiniz. Hangisi olmak isterdiniz bu üç adamdan?

Bunlardan biri, “bu taraf”, istilacı Türklerle işbirliği yaparak ülkeyi çekip çeviren “büyük askeri deha” ve stratejici, statükonun adamı,

Diğeri “karşı taraf”, işgalcilere karşı ulusal direnişin temsilcisi, kimine göre kahraman, kimlerine göre terörist,

Sonuncusu ise “tarafsız”, vaktini şiir, düşünce, matematik, astronomi gibi “boş” şeylerle geçiren bir ehil keyif kişi…

Şöyle bir casting yapılabilir:

Melik Şah = Obama Bushson
Nizam = Recep Devlet Baykal & tüm Ortadoğulu işbirlikçiler
Hasan = Apo Bin Ladin el hatta Perinçek
Hayyam = Ben.

Kimlerin arasında kalmışım, üstelik de illa birinden taraf görünmeye zorlanıyorum. Arkadaşlar sağ olsunlar aralarında hırlaşıp sonra bana dönüp, “sen hangimizden yanasın lan?” diyorlar.

Yalnız mıyım burada?

Çünkü yalnızsam, eh artık her türlü biyometrik ölçüte göre tamamen bir arızadan ibaret olduğumu kabul edeceğim. “Pekâlâ” diyeceğim, daha olmazsa bu tarafa ya da şu tarafa tutunuvereceğim.

Ama pek yalnız da değilim galiba. Hatta en kalabalık biz miyiz ne?

Tek başına “tarafsızlık” kabul edilmez bir şey madem; bir “taraf tutmayanlar tarafı” mı oluşturmak lazım belki de? Bir Hayyamist Cephe…

Sloganımız, “Fark etmez” olabilir. Çünkü tarafların arasında fark yoktur. Bir tarafta dünyaya dayatılan korporatist sistemi yaşatmak için dünyanın iliğini sömüren emperyalist işgalcilerin ve işbirlikçilerinin arasındaki çöplük kavgası; yani benim tepemde faşistlerin mi borusu ötsün, yoksa şeriatçıların mı meselesi. Ve kitlelerin, sanki bu kavgadan bir çıkarları olabilecekmiş gibi bunlara taraf olup olan bitene aval-aval bakması.

Öte yandan sorunların çaresi değil, parçası, hatta baş müsebbibi olma rolüne indirgenmiş, “imha” edilmeye koşullandırılmış muhalif gruplar. Şu ya da bu fikre ait olup da “asıl taraf”a kendini özümsettiremeyenler; dağa çıkıyor bunlar, çıkmayanı da sivil-mivil demeyip gebertebiliyorlar. Gerilla gibi görünüp Mafya gibi olabiliyorlar. Hepsi birbirine düşman!

Zaten herkes birbirine düşman, Ergenekon terör örgütü, ama PKK bu örgütün yargılanmasını alkışlıyor. “Düşmanımın düşmanı benim de düşmanım, ya da dostum da olabilir, belli olmaz” felsefesi hüküm sürüyor. Bundan ala ortaçağ mı var?

Biz kalkmışız bu dünyada müzik falan düşünüyoruz.

http://www.amazon.ca/Samarkand-Amin-Maalouf/dp/0349106169


Binlerce insan toplanalım bir yerde, ellerimizde Hizb-ul Hayyam bayrakları, “sonsuza kadar muhalif” pankartları, üstümüzde “tarafsız ve yararsız” tişörtleri, hep birlikte “Fark etmez! Fark etmez!’ diye tempo tutalım diyorum